Gün geçtikçe derinleşen bir yoksulluk tablosu ile karşı karşıyayız. Bu durum geçici bir ekonomik kriz değil, küresel güçlerin yürüttüğü mülksüzleştirme projelerinin bir sonucudur. Çünkü yer altı kaynakları zengin olan ülkelerde halk, bu kaynaklardan payını alabilse ne yoksulluk kalır ne de karın tokluğuna çalışılan uzun mesai saatleri. Tıpkı eski Libya rejiminde olduğu gibi… Sömürgeci devletler kaynaklara çökmeden önce halk, elde edilen gelirle refah içinde yaşayabiliyordu. Ancak bugün buna izin verilmiyor.
Dünya, tek merkezden yönetilen ve sömürülen bir düzenin içerisine sürükleniyor. Bu da zayıf ülkelerin halklarına yoksullaşmaktan ve sömürülmekten başka seçenek bırakmıyor.
Her Gün Yeni Bir Olay!
Ekonominin bozulması, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamamasıyla birlikte toplumsal huzursuzluğu da beraberinde getiriyor. Bunun en somut örneklerini televizyonu açtığımızda ya da bir haber sitesine girdiğimizde görebiliyoruz.
Daha geçtiğimiz günlerde turizm şehri Antalya’da bir kuyumcu, güpegündüz soyuldu; saldırgan, dükkâna girer girmez sahibini silahıyla katletti. Yine güncel haberlerden öğrendiğimiz üzere 15 yaşında, kanunen hâlâ çocuk sayılan kızlar iş hayatına atılıyorlar; zengin görünümlü ama çok sayıda suç kaydı bulunan kişilerle takılıyorlar ve hayatlarını kaybediyorlar. Haraç kesen mafyalar, işyeri kurşunlayan çeteler, çocuk suç örgütleri, evlilik vaadiyle yapılan dolandırıcılıklar… Suçun her türlüsü toplumda hızla yayılıyor.
Tüm bu örnekler bize bir gerçeği gösteriyor: Suçun anatomisine bakıldığında kökünde yoksulluk ve onun tetiklediği ahlaki yozlaşma yatıyor.
Ekonomi Ahlakı Nasıl Etkiliyor?
Ekonominin bozulması yalnızca insanların cebindeki parayı azaltmaz; aynı zamanda toplumsal değerleri, güveni ve vicdanı da aşındırır. İnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılayamadığında “önce karnımı doyurayım, gerisi önemli değil” anlayışı öne çıkar. Bu durum küçük yolsuzlukların, rüşvetin, sahtekârlığın ve hırsızlığın giderek normalleşmesine yol açar. Bir zamanlar ayıplanan davranışlar çaresizlikten ya da herkes yapıyor düşüncesiyle meşrulaştırılır.
Böyle bir ortamda insanlar birbirine güvenemez hale gelir; komşuluk, dostluk, hatta aile bağları zayıflar. Yalnızca bireysel değil, kurumsal çöküş de baş gösterir: Devletin adalet dağıtma kapasitesine olan inanç azalır, hukukun üstünlüğü tartışılır hale gelir. İşini dürüstçe yapan esnaf, işçi ya da memur haksız kazanç peşinde koşanlarla aynı kefeye konur ve toplumun vicdan terazisi bozulur.
Sonuçta bozuk ekonomi, bugünün sorunlarıyla sınırlı kalmaz; yarının ahlaki altyapısını da derinden sarsar. Çünkü büyüyen bir çocuk, etrafında gördüğü yozlaşmayı doğal düzen sanmaya başlar. Nesiller boyunca aktarılan değerler erozyona uğrar ve toplumun ortak vicdanı kaybolur. İşte bu yüzden ekonomik düzeni iyileştirmeden, adil gelir dağılımını sağlamadan ve güçlü sosyal güvenlik mekanizmaları kurmadan ahlaki çözülmenin önüne geçmek mümkün değildir.